![](https://tdv.org/tr-TR/wp-content/uploads/2022/02/OSMAN-GEREM-1.jpg)
Benimki bir sevda hem de karasevda. Bu sevda ne Leyla ile Mecnun’un, ne Aslı ile Kerem’in ne de Şirin ile Ferhat’ın sevdasına benzer. Bu sevdanın adı iyilik okyanusunda bir damla olabilmektir. Bir yetimin başını okşadın mı, bir yetimin tebessümünü hissettin mi, arşı alayı titreten bir yetimin ahını dinledin mi, yürü yürüyebildiğin, koş koşabildiğin, uç uçabildiğin, tut tutabildiğin kadar. Vicdan taşıyan merhameti olanı kim durdurabilir.
Çeyrek asırdır kalbi iyilik için atan bir yürek…
Yaşadığı yeri iyiliğin merkezi haline getiren ve farklılıkları iyilikte birleştiren bir hayırsever…
Osman Gerem… Ömrünü hayra vakfetmiş fedakâr bir iyiliksever…
Şanlıurfa’da yaşayan Osman Gerem’in yüreğine iyilik tohumları çocukluğunda serpilmiş. Babası çiftçi olan Osman Gerem kalabalık bir ailede büyümüş ve çocuk yaşta şahit olduğu bir olayı hayatında iyiliğin başlangıcı olarak kabul etmiş: “ Henüz yedi yaşındaydım. Babamla kapımızın önünde otururken komşumuzun iki oğlu geldi ve buğdaylarının bittiğini varsa bir çuval unluk buğday istediğini söyledi. Evimizde tek çuval buğday kalmıştı fakat babam onu bu aileye hiç tereddüt etmeden vermek istedi. Komşumuzun çocukları kabul etmedi. Bunun üzerine babam elleri boş evlerine gitmesinler diye komşunun kapısını çaldı ve onlar için başka bir komşumuzdan ödünç buğday aldı.”
Osman Gerem yaşadıkları bu olaya çok anlam verememiş ama daha sonraları anlamış ki yokken verebilmek her baba yiğidin harcı değil. Babasının, evlerindeki son buğday çuvalını komşularına vermek istemesi onun hayatında iyiliğin başlangıcı olmuş. Babası bütün çocuklarını dizinin dibine oturtup “Bakın evlatlarım, ekmeğinizi paylaşırken büyük parçasını karşınızdakine verin bunu yapmakla siz onun da o şekilde davranmasını sağlamış oluyorsunuz. Birincisinde yapmasa ikincisinde yapar.” diyerek öğütlerde bulunurmuş.
Osman Gerem’in içindeki iyilik tohumları genç yaşındayken filizlenmeye başlamıştı. 1978 yılında inşaatlarda çalışmak için köyden Şanlıurfa’ya taşınmış. İşi ne olursa olsun yardım etmeyi aklına koyan Osman Gerem, inşaatta çalışmaya ara verdikleri cuma günlerini yardım günü olarak belirlemiş. Böylece inşaatta çalışan üç arkadaşıyla birlik olup her hafta mağdur bir aileye yiyecek götürmeye başlamış.
Osman Gerem ve arkadaşları, yıllarca gündüz ihtiyacı olan aileleri belirleyip onların alışverişlerini yapmış gece de bu ailelerin evlerine aldıklarını bırakmışlar. Osman Gerem ve arkadaşlarının hiç tanımadıkları insanlara yardım etmeleri, dualarını almaları onları oldukça mutlu edermiş.
Osman Gerem için bugünler unutulmazdır ve onun için anlamı çok büyük vakitlerdir.
Osman Gerem inşaat işinden sonra girdiği mobilya işinde de bulunduğu semtte yardım çalışmalarına devam etti. O zamanlar iş yerinin bulunduğu semtte beş arkadaş bir araya gelip ihtiyacı olan aileler için ne yapabiliriz diye konuşurlarmış. Derken yaklaşan ramazan ayı münasebetiyle mağdur ailelere somun ekmek dağıtmaya karar vermişler. Osman Gerem ve arkadaşlarının başladıkları bu hayır işi yıllarca devam etmiş. Onlar ekmek dağıttıkça yardım eden sayısı da artmış. Beş kişiyle başladıkları iyilik halkası gün geçtikçe genişlemiş.
Bir süre sonra Osman Gerem iyilikten başka şey düşünemez olmuş. Bir sonraki gün iyilik adına yapacağı şeyler hazırsa rahat bir uykuya dalabiliyor, yoksa ne yapabiliriz diye düşünmekten sabahı zor ediyormuş. Daha çok kişiye ulaşmak ve daha çok yardım yapmak için mobilya dükkânını çocuklarına devredip kendisi sadece hayır işleriyle uğraşmaya başlamış.
İlk iş olarak, arkadaşlarıyla semtlerindeki çocuklar için sosyal aktivite alanları oluşturmuşlar. Yardım çevrelerinin büyümesiyle evsiz birçok aileye ev yaptırmışlar. Evlerine tadilat yaptıramayan yoksul ailelerin evlerini düzenlemişler. Kuran Kursları yapıp içini de dayayıp döşemişler. Bu şekilde dokuz bin yetim ve mağdur aileye ulaşmışlar. Yardımları hâlâ devam ediyor.
Van depreminde kolları sıvayıp kısa bir zamanda dokuz yardım tırını bölgeye ulaştırmışlar. Sadece ülke içinde değil İslam coğrafyasında yaşanan feryatlara, açlığa göz yummamışlar ve bu amaçla Afganistan’a, Filistin’e, Bosna Hersek’e ve Somali’ye insani yardım tırları göndermişler.
Suriye’ye Yardım
Suriye’de 2011 yılında başlayan iç savaş kısa bir süre sonra Suriye’yi yangın yerine çevirdi. Şehirler birer alev topuna döndü. İnsanlar evlerini, eşyalarını, arkadaşlarını geride bırakıp can havliyle Türkiye sınır kapısına doğru akın etmeye başladılar. Türkiye sınır kapılarını açtı ve bu misafirlerini topraklarına buyur etti. Türkiye halkı misafirperverliğini o anda göstermişti. Sınırı geçen her Suriyeliye kucak açıldı. Ülkede kalanlara da belli aralıklarla yardım götürülmeye çalışıldı.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin hazırladığı rapora göre 2016 yılında Türkiye’de kayıtlı Suriyeli sayısı 2.801.586. Resmi olmayan sayının ise 5 milyona ulaştığından söz ediliyor. Yine aynı rapora göre Türkiye dünya üzerinde en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke olma özelliğine sahip. Türkiye “misafir” olarak kabul ettiği Suriye vatandaşlarına kurduğu çadırkentlerde ve konteynerkentlerde yiyecek, sağlık, güvenlik, sosyal aktivite, eğlence, eğitim, ibadet, tercümanlık, temizlik hizmeti ve benzeri imkânlar sağlamaktadır.
Türkiye halkı el ele vererek ekmeğini bölüşmeye, evlerini paylaşmaya başladı. Kurulan elli beş bini aşkın çadırkentlere ve konteyner kentlere insani yardımlar götürüldü. Zorla ülkesinden çıkarılan, yakınlarını, evlerini, bahçelerini kaybeden bu insanlar normal hayata dönebilsin diye tüm iyilik kapıları ardına kadar açıldı.
Osman Gerem Suriye’deki bu durumu “Bütün dünyanın paslanmış vicdanları, sağırlaşmış kulakları, körleşmiş gözleri önünde bir katliam yapılıyor bir halk yok ediliyor.” şeklinde ifade ederken komşudaki yangına seyirci kalınmaması gerektiğini de sözlerine ekliyordu. Suriye komşumuzdu komşuda yangın varken seyirci kalmak mümkün değildi. Osman Gerem kendi deyimiyle karınca misali yollara düşmüştü. Suriye’deki yangına nasıl su taşırız derdindeydi.
Bu amaçla valiliğin desteği, belediyenin lojistik yardımı, kamu kurumlarının, odaların, sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelmesiyle çeşitli yardım faaliyetleri başlatıldı. Osman Gerem kolları sıvamıştı. Şanlıurfa’da faaliyet gösteren 60 Sivil Toplum Kuruluşunu bir araya getirmeyi başardı ve onun öncülüğünde insani yardım platformu kuruldu. Öncelikle kendi ülkelerinde mağdur olan Suriyelilere yardım gönderildi.
Suriye’deki savaş katliama dönüşünce Türkiye’ye göç hızlandı ve sadece Şanlıurfa ili içerisindeki mülteci sayısı Suriyeli altı yüz bin, Afganlı, Iraklılarla birlikte altı yüz elli bini bulmuştu.
Oluşturulan yardım platformu sayesinde Şanlıurfa’daki mültecilerin sorunları masaya yatırıldı. İlk etapta temel ihtiyaçlar belirlendi, barınma, eğitim ve sağlık sorunlarıyla ilgili hizmetler götürüldü. Sabah akşam demeden çalışan Osman Gerem, Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan Suriyeli, Afganlı ve Iraklılara mülteci demiyor onlardan bahsederken muhacir kardeşlerim diyerek bu yardımı bir ensar hassasiyetiyle yaptıklarını söylüyor.
Ayrıca Türkiye sınırları içinde yaşayan Suriyeliler için açtıkları giyim mağazalarında yüz yetmiş üç bin kişiyi giydirmişler. Randevu sistemiyle işleyen mağazalarda, çocuklar, kadınlar farklı saatlerde gelerek istedikleri kıyafetleri alıp gidebiliyor.
Her cumartesi günü ise mağazalarda çocuklar için programlar yapılıyor. Şenlik havasında geçen programlarda çocukları eğlendirip maruz kaldıkları sıkıntıları bir nebzede olsa unutturmaya çalışıyorlar.
Osman Gerem Suriye’den göç eden muhacirlere yardım edilmesinin gerekliliğini her defasında şöyle dile getiriyor. “Bir toplumda insanların mide derdi varsa o toplumda huzur beklenemez, aç kalan insanlar muhtemelen zararlı akımların eline düşecekler. Ya dilencilik yapacaklar, ya hırsızlık yapacaklar, ya da gayri ahlaki işler yapacaklar. Bu suçlar bir yerde işleniyorsa orda huzur, mutluluk, refah olmaz. Toplumumuzun kimyasının bozulmaması, huzurun kaçmaması için Allah’ın emaneti olan muhacir kardeşlerimizin aç kalmaması gerekiyor. Türkiye bu konuda yaptığı yardım çalışmalarıyla dünyaya insanlık dersi vermeye devam ediyor. Ülkedeki tüm insanlar ensar olma gereğini yerine getirmeye çalışıyor.”
“Suriye’de aşevimiz var orada yardım dağıtıyoruz. Yardımları dağıttıktan sonra çocuklara çikolata ve oyuncak verip sevindirmek için ailelerin kaldığı yarısı bombalanmış binaların içine girdik. O sırada bir kazan etrafında büyük bir kalabalık gördüm yanlarına yaklaştım. Kadınlar, çocuklar toplanmış kazanın içinden pişen patateslerden alıyorlardı. Patatesler kişi başına birer tane veriliyordu. O an bir kadın üç gündür ilk defa yemek yediğini söylüyordu bizlere.” Osman Gerem bunları anlatırken kelimeler boğazında düğümleniyordu.
Yaşadıkları, şahit oldukları onu daha da hassas hale getirmişti. Muhacir kardeşlerinin ihtiyacı karşılanmadan gözüne uyku girmiyordu. Çocukların, bebeklerin aç kalmaması, ihtiyaçlarının karşılanması için elinden geleni yapmaya çalışıyordu.
Fedakâr insan Şanlıurfa’nın Dünya’nın en çok mülteci barındıran ili olduğunu söylüyordu. Bu şehirdeki mültecilere daha çok yardım ulaştırmak için il il dolaşıyorlardı. Belediye başkanlarıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla hayırsever iş adamlarıyla görüşüp Şanlıurfa’yı anlatıyorlar ve kardeşlerinin kederlerine ortak olmalarını istiyorlardı.
Suriye ve Anılar
Osman Gerem Suriye’ye gidip yardım dağıtımını ilk elden yapanlardan biri olması sebebiyle birçok olaya da şahit olmuş. Suriye’ye yardım dağıtmaya gittikleri birgün bir grup kadın önlerini kesmiş. Biraz çekinerek Allah sizden razı olsun, bize yardım ediyorsunuz. Bebeklerimize mama istiyoruz, diye isteklerini söylemişler. Uçak ve bombardıman seslerinden sütleri kesilen bu annelere yardım elini uzatan Osman Gerem ve ekibi, onların bu durumuna oldukça fazla üzülmüş. Fakat yaşananlar sadece bununla bitmemiş. Kadınlardan birinin kucağındaki bebeğini uzatıp “Alın sizin olsun belki kurtulur. Burada kalırsa ya bir kurşuna hedef olacak ya da açlıktan ölecek!” yakarışı Osman Gerem’in kulağından hiç gitmemiş.
Ve küçük çocuk Asya…
Kendi çocuğu gibi sevmiş Asya’yı Osman Gerem. Evlerinin üstüne bomba yağıp iki ayağı da kırılınca Suriye’den Şanlıurfa’ya getirmişler genç yaştaki Asya’yı. Bir süre Şanlıurfa’da tedavi olmuş fakat doktorlar ayaklarının kesilmesi gerektiğini söylemişler. O sırada Osman Gerem’in durumdan haberi olmuş ve hastaneye Asya’yı ziyarete gitmiş. Bir çaresi var mı bu durumun diye sorduğunda, İstanbul’da veya Ankara’da iyileşebilme durumunun olduğunu söylemişler. Osman Gerem bunu duyunca hemen harekete geçmiş ve hayırsever bir dostuna telefon açıp durumu izah etmiş. O da İstanbul’da bir hastane ayarlayıp masraflarını karşılamış ve uzun süren tedavi sonucunda Asya kurtulmuş. Asya, Suriye’deki sekiz yüz elli bin sakattan sadece biri. Fakat o şanslıydı, çünkü Osman Gerem gibi bir iyiliksevere rastlamıştı. Çok yakın bir zamanda onun yardımı sayesinde yürüyecekti.
Uyuşturucu Bağımlılarına Yardım
Osman Gerem, madde bağımlıları ve cezaevlerindeki mağdur insanlara yardım elini uzatmaya anlatılan bir olay üzerine başlamıştı. Birgün arkadaşı, kocası cezaevinde olan bir kadından bahsetmişti. Cezaevindeki kişinin suçu kesinleşince komşuları artık karısına iyi gözle bakmamaya, çocukları çocuklarıyla oynamamaya başlamış. Osman Gerem bu durumdan çok etkilenmişti. Bu çocukların suçu neydi? Bu çocuklar toplumdan dışlanırsa topluma düşman olarak yetişirlerdi. Bu sebeple mahkûm ailelerini gündemlerine almış ve onlar için yardım faaliyetlerine başlamıştı.
Arkadaşlarıyla birlik olup cezaevi savcılarıyla işbirliği yaparak hem içerdeki mağdurlara hem de dışarıdaki ailelerine yardımcı olmaya çalışıyorlardı.
Zararlı alışkanlıklar ve madde bağımlılığı ile ilgili ise Yeşilay ile bir komisyon oluşturmuşlar. İnsana ve çevreye değen her konuda koşturmaya çalışıyor Osnam Gerem. Alkol ve madde bağımlılarının tedavileri başka illerde gerçekleşecekse giderken yol harçlıklarının karşılanmasıyla ilgileniyorlar. Ona göre bir insanın kurtuluşuna vesile olmak dünyanın içindeki her şeyden daha hayırlı.
Osman Gerem, yaptığı yardımlar sebebiyle Şanlıurfa’da yardım robotu adıyla anılmaya başlamış. O yaptığı her iyiliği ahiret tarlasına dikilen bir fidan olarak görüyor. Bu sebeple de heyecanının hiç eksilmediğini hatta gün geçtikçe arttığını söylüyor. İyilik yapmanın tadına varanın bir daha asla bırakmayacağını da sözlerine ekliyor. İyiliğin kendisi için ne anlama geldiğini ise şu cümlelerle anlatıyor:
“Benimki bir sevda hem de karasevda. Bu sevda ne Leyla ile Mecnun’un, ne Aslı ile Kerem’in ne de Şirin ile Ferhat’ın sevdasına benzer. Bu sevdanın adı iyilik okyanusunda bir damla olabilmektir. Bir yetimin başını okşadın mı, bir yetimin tebessümünü hissettin mi, arşı alayı titreten bir yetimin ahını dinledin mi, yürü yürüyebildiğin, koş koşabildiğin, uç uçabildiğin, tut tutabildiğin kadar. Vicdan taşıyan merhameti olanı kim durdurabilir.”