“Küçücük çocuklar beş basamaklı merdivenden üzerime atlayıp boynuma sarılıyorlar. Benim artık yüzlerce çocuğum ve torunum var.”
Mültecilerin Anne ve Babası
Ankara Siteler Ulubey mahallesinde yaşayan, 65 yaşındaki emekli marangoz Cavit Etleç ve eşi Hafize Etleç, 45 yıllık evli. Birlikte olduğu bu yıllara şükrediyorlar… 3 oğlu ve 8 torunu olan çift, mahallelilerindeki yardıma muhtaç 2 bin 500 mülteci aileden binine yardım ediyor.
Irkı, dini, dili ne olursa olsun ihtiyaç sahibi herkese kapılarını açan çiftin yardımları, birçok hanenin kapısına helal kılınmış. Onlar bunun bir kulluk görevi olduğunu ve kendilerine Allah tarafından bahşedildiğini düşünüyor, kalan ömürlerini bu yolda harcamayı müjdeliyorlar birbirlerini… Her bir mültecinin kalbine dokunan çift, biliyor ki kapıların insanlara kapandığı bir dünyada gönül kapısını açmak iyiliğin ta kendisidir.
“Son 5 yıldır yüzlerce evladım, binlerce torunum oldu.” diyor Cavit Amca. Kimsenin rızkını kimseye karıştırmadan, mutlak ihtiyaç sahiplerini bularak gidiyor kapılarına. Ve evlerinden içeri girmiyor bile, emin olduğu ailelerin kapısına bırakıyor yardım paketlerini ve dönüp gidiyor. Bazen kendi evinin mutfağında bir şey olmasa da dağıtacağı yardımlar aksamıyor. Ve kimin ne kadar ihtiyacı varsa, hakkaniyetle taksim ediyor.
Yaşlı çiftin evlerinin kapısı adeta 24 saat açık…
Hiçbir karşılık beklemeden, gece gündüz demeden kendilerine ulaşan yardımları mültecilere ulaştıran bu hayırsever çift, maddi desteğin yanı sıra yurtlarından edilen bu insanların dertlerine de ortak oluyor.
Çocuklar Üşüyor… Gözüme Nasıl Uyku Girsin?
Ensar olmanın en güzel örneklerinden birini sergileyen çiftin, bu insanlara yardım etmekle nasıl nasiplendiklerini anlatıyor Cavit Amca:
“Bizim hatunun önüne 10 yaşında bir çocuk çıkmış. Eğiliyor, bir şeyler istiyormuş. Akşam ben işten gelince soluk soluğa anlattı. ‘Karşıda binadan bir çocuk gördüm, git bir bak deyince hemen gittim baktım. Evin salonunda 25 kişi vardı. 6 tanesi çocuk, camlar kırık. Kışın ortasındaydık üstelik…
Bina da 80 kişi var. Eve geri döndüm. ‘Hatun çok çabuk yemek yap. En büyük tencerenle yap hem de.’ dedim. Bir buçuk saat sonra yemek hazırdı. Markete gidip son kalan 20 ekmeği de alıp o eve götürdüm. Gördüğüm sefalet karşısında hala tam olarak ne yapacağımı bilemeden kaşık tabak almak için kendi evime döndüm.
Dakikalar içerinde ger döndüğümde yemeklerin hepsinin bitmiş olması ciğerimi dağladı… Benim getireceğim tabağa ve kaşığa zamanları yoktu.
Çocuklar üşüyor… Gözüme nasıl uyku girsin? Eve döndüm. Hafize hanım uyumuştu. Yatak odasına girip karyola, yatak, döşek ne varsa aldım götürdüm. Birbirlerine kenetlenerek ısınmaya çalışan yavruları yatırdım. Muşamba bulup buz gibi havanın hücum ettiği evin camlarını kapattım. Onlara biraz sabretmeleri gerektiğini söyledim.
Hanım sabah kalktığında eve hırsız girdi sandı ve ona olanı biteni basitçe anlattığımda: ‘İnsan yatağını da mı verir’ diye kızdı bana… Belki baştaki tepkisi anlaşılabilirdi ama benden duyduklarını işitince o da gitmiş gün içerisinde. Depoda ne kadar yatak varsa vermiş…
İşte biz 5 yıldır böyle beraberiz bu işte.”
İlk olarak gençlerin yardım yapmak için kendilerine başvurduğunu, daha sonraları ise ailelerin geldiğini söylüyor Cavit Amca. Başlarda bu yardım ağını çevrelerine duyuramadıkları için, bir yıl boyunca her gün kendileri yemek yapıp 80 kişiye dağıtmışlar. Emekli maaşı ile geçindiklerinden oldukça zorlandıklarını da ifade ediyor. Ama bir gün bile usandığını, geri adım atıp ‘bu kadar yeter’ dediğini hatırlamıyor.
Çok Onurlular, Yardımları Zor Veriyoruz…
Tek endişesinin bundan sonra onlara bir tas yemek verip veremeyecekleri olduğunu söylüyor. Bu endişe ile uyuyamayan çiftin imdadına Âdem Günaydın yetişmiş ve bir aylık tüm yemek masraflarını karşılamış. Zamanla Ankara’nın birçok bölgesinde duyulmuş bu yardımları.
“Eczaneden, tüpçüden, marketten alışveriş yapıyoruz, yazdırıyoruz. Sonra yardımseverler ödüyor.” diyor Cavit Amca. Ve kimseden yardım talep etmediğini, kendisi gibi diğer hayırseverlerin bir şekilde onu bulup, teyit etmeksizin gönül rahatlığı ve rızasıyla yardımlarını ulaştırdıklarını anlatıyor.
Ulubey, Önder, Ali Ersoy, Site, Yıldız, Hasköy semtlerindeki mültecilere ancak yetişebildiklerini söylüyor Cavit Amca. Duyup gelenin kendilerine başvurup, yol gösterecek önder aradıklarını, daha sonra da ne iş olursa olsun çalışmak istediklerini de anlatırken:
“Çok onurlular, yardımları zor veriyoruz. Durup dururken karşılıksız ulaşan yardımlar karşısında utanıp, sıkılıyorlar. Kendi çocuklarının rızkını başkasının getirdiğini görünce ağlıyorlar bile. Ben de kendimi göstermeden kapılarına bırakmaya çalışıyor, verebildiğimizin görünmemesinden imtina ederek ayrılıyorum oralardan.” diyor.
Balık yemeyi değil balık tutmayı da öğretmek gerektiğine inanarak 500 aileye iş bulmuş Cavit Amca. Fakat öyleleri var ki aralarında; çalışma şansı yok, çocukları küçük, dul ya da çok yaşlı… Bu şekilde olan 300 ailenin her ay her şeyini karşılamak zorunda olduklarını ve bu sorumluluğu asla başkalarına devretmediklerinin altını çiziyor.
Birçok kişiye düşük kira ücretli evler bularak yerleştiren Cavit Amca bir dul kadın çocuklarıyla beraber ortada kaldığı için onları da kendi evlerine almak zorunda kaldıklarını anlatıyor. “Hafize anne, Cavit baba” diye seslenen bu insanların da zamanla başını sokacak bir evleri olunca buna bir yandan sevinmiş, bir yandan da evden eksilen seslerin yerini dolduramadıklarını düşünmüşler.
Hiçbir zaman umudunu yitirmeyen Cavit Amca, yardımların zamanla çoğaldığını, vatandaşımızın çok duyarlı davranarak düzenli yardım yaptığını söylerken en içten yardımın üniversite öğrencilerinin biriken harçlıklarından geldiğini söylüyor.
Hiç unutamadığı bir bağışı var Cavit Amcanın… “Ankara’da okuyan bir kızımız bayramda ailesinin yanına gidememiş. Babası da bir tişört ile komşunun verdiği bir parça etti kavurma yapıp kızına yollamış. Kızcağız bunu emanet edilen otobüsten aldığı gibi bize getirdi. Suriyeli ailelere kendi eliyle verdi. O yüzden bu ülkeyi kimse yıkamaz!”
Bizim Soframız Bol Ve Bereketlidir
Kurban Bayramı’nda 4 ton et bağışı alarak çevredeki evlere dağıtan fedakâr çift bu dünyadaki çalışmalarını ihsan ile yaptıklarını söylüyor. Hiçbir yardımının yağmalanmadığını söyleyen Cavit Amca, aynı zamanda kendilerini çokça eleştirenleri de olduğunu, evlerinin camlarının kırıldığı için oğullarına sığındığını gözleri dolu dolu anlatıyor.
Çevredeki esnaftan çıraklık ya da temizlik yapmak üzere iş istediklerinde, kimliksiz bu insanların durumlarından faydalananların olduğunu… Çok cüzi miktarlarda çalıştırarak, içinde bulundukları acziyetin ekmeğini yemeye çalışanların da olduğunu… Fakat dünyanın hiçbir yerinde bu insanların Türkiye’deki gibi rahat etmediğini söylüyor. “İyi ve kötü her yerde var, iyiler yapılan yanlışların farkında olarak o yanlışların da bertaraf edilmesini sağlayan kişidir.” diyor.
“Suriyelilerin analığı babalığı size mi kaldı?” haseti onları yıldırmadığı gibi, her şeye rağmen iyi bir üslup kullanarak yaptıkları iyiliğin ne anlama geldiğini anlatmış bu koca yürekli insanlar. İkna etmeleri de uzun sürmemiş, bir zaman sonra çok kötü tepkiler ile karşılaşmamışlar. Hayırseverlerin daha çok olduğuna değiniyor, olumsuz vakıaları ise çok büyütmeden anlatıyor.
Bayramlarda da herkes tatil yapıyorken onlar, sabahlara kadar ellerindeki yardımların kimlere nasıl pay edileceğini hesap ediyor. İki cihan için yaptıkları bu ince hesap tutsun diye her gecenin uykusu daha zor geçiyor onlar için…
“Bizim soframız bol ve bereketlidir. Daha doymadan kalkanı işitmedim. Yesinler içsinler diye gözlerinin içine bakıyoruz. Gözleri yerde bu insanların hepsi akrabamız, evlatlarımız… Bir gün her şey düzelir de çekip giderlerse buralardan biz ne yaparız?” diyor Hafize Teyze.
Bir kahvaltı sofrasına bile en az 10 kişi oturuyorlar. Kimisi faturasını getiriyor, kimisi eşya istiyor. Buzdolabı, çamaşır makinesi, mutfak eşyası… Hayatlarını idame ettirebilmek için en elzem gereçleri isterken bile ezilip büzülüyor, yine de en büyük çarenin bu merhametli hayırsever çiftten geldiğine inanarak kapılarını aşındırıyorlar.
Hayırsever insanların çok büyük hikmeti ve duası olduğunu ve 15 Temmuz’da yaşanan cehennemin onların yüzü suyu hürmetine atlatıldığına inanıyor Cavit Amca ve Hatice Teyze…
Yardım Ulaştığında Çocukların Sevinci… Beni En çok Onlar Ağlatıyor
Geçtiğimiz son yılda 60 ton kömür dağıtmışlar yaşlı halleriyle… Ana Hafize, Baba Cavit diye pervane olan Suriyeliler, onların hangi evde misafirlik yaptığını duysa hepsi oraya toplanırmış. “İşte bütün mesele bizi bir arada tutan bu ümmet bilincidir.” diyor Cavit Amca.
Allah’ın her ayetinin yeryüzünde bir karşılığının olduğuna inanarak, yaptıkları bu aralıksız yardımların mutlak bir vazife olduğuna kani olmuş durumdalar.
Müstakil, derme çatma bir evde başlayan bu iyilikleri bir harekete dönüşmüş. Cavit ve Hafize Etleç çiftinin davasını işitip ziyaret edenler arasında; sivil toplum kuruluşları, hayırsever işadamları ve bürokrasinin üst düzey yetkilileri de bulunuyor.
“Tayvan Büyükelçisi geldi eşi ve çocuğuyla. Küçük bir valizde yardım getirdiklerinde o anda bahçemizde 10-15 Suriyeli vardı ve saniyesinde tükendi. Durum karşısında hayrete düştüler. Birkaç saat oturduk sohbet ettik. Gidip bir hafta sonra 100 kilo elma getirip dağıttılar. Çocukların sevincini görmelisiniz. Beni en çok onlar ağlatıyor.”
Çetin şartlar altında ülkemize sığınan Suriyeli ailelerin akıbetinin nereye varacağını bilememek de, elimizden gelenin fazlasının bile onlar için çok yetersiz olduğunu bilmek de zor… Yine de Allah fırsat verdikçe yapılan bu yardımların birçok haneye umut olduğunu hissetmek ve başka bir milletten olmanın ortadan kalktığı kardeşlik hissi her endişenin önüne geçiyordu.
Mütevazı hayatlarını Suriyeli mültecilere adayan Cavit Amca ve Hafize Teyze’nin iyilik hikâyesi, cennetlerine biriken yetimlerin sesleriyle, dul kadınların mahcup umutlarıyla dolu…
“Suriyeliler savaş bitince ülkelerimize gideceğimiz zaman sizi de götüreceğiz diyorlar. Size orada ev yapacağız, bizimle olun, siz de bizim soframızda oturun yıllarca diyorlar.
Kız istemeye giderken de bizi götürüyorlar yanlarında. ‘Siz kefilseniz kızı veririz’ diyor karşıdaki bir diğer mülteci aile…
Yetimlerin düğünleri bizlere dert oluyor bir öz evladınki gibi…
Biz artık onlardan, onlar bizden kopamaz.
Bir tas yemek hepimize yeter…”