Türkiye Diyanet Vakfı Strateji ve Arge Müdürlüğü tarafından dördüncüsü gerçekleştirilen “Düşünce Atölyesi Seminerleri”nin konuğu Cumhurbaşkanı Danışmanı Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu Üyesi Humeyra Şahin oldu.
TDV yönetici ve personelinin katıldığı “Kültürel Diplomasi” konulu seminerinde Şahin, kültürel diplomasinin son yıllarda çok sık duyulan ve yükselen bir değer haline geldiğini söyledi.
Önceden diplomatların sürdürdüğü siyasi ve askeri gücün diplomatik güç olarak algılandığı bir dünya düzeni olduğuna dikkati çeken Şahin, özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra soğuk savaş döneminde artık devletlerin topla, tüfekle mücadele etmek yerine birbirini ikna etmeye yönelik, masa başında ve salonlarda bir diplomasi sürecine girdiğini söyledi.
Kültürel diplomasinin kamu diplomasisinin bir alt başlığı olarak değerlendirilebileceğini dile getiren Şahin, “Kültürel diplomasiyle askeri, siyasi ve jeopolitik güçle ifade edilen o sert gücün karşısında daha farklı alanlara açılım sağlayabilecek yumuşak güç alanı tesis edildi. Bütün bu yumuşak güç nedir diye baktığımızda oyun kurma becerisi. Bir ülkenin oyun kurucu olması. Dünya 5 ten büyüktür söylemi çok ciddi bir oyun kurucu misyonunun aslında somut bir şekilde ifadeye dökülmüş halidir. Yani siz dünyanın süregelen siyasal düzenine karşılık veriyorsunuz ve bu oyun kurucu düzende çok önemli bir aktör haline geliyorsunuz. Bu oyun kuruculuk misyonunda top, tüfek, askeri güç yok. Ama sizin söylem gücünüz var. Bir yanıyla bu oyun kurucu güç öte yanıyla kendi jeopolitik sahanızda tarihi birikiminizden aldığınız bütün bu potansiyel sizin oyun kurucu olmanızı besleyen konular.” şeklinde konuştu.
“Türkiye rekabet edilemez bir noktaya geldi”
Soft power başlığı altında ele alınacak diğer önemli bir başlığın da insani yardım konusu olduğunu ifade eden Şahin, Türkiye’nin bu konuda Diyanet Vakfı gibi sivil toplum kuruluşları öncülüğünde dünyada bir numara olduğunu söyledi.
Türkiye’nin Gayri Safi Milli Hasılaya göre dünyanın en cömert ülkesi ve insani yardım konusunda rekabet edilemez bir noktaya geldiğini vurgulayan Şahin, “Türkiye’nin insani yardım mantığına baktığınızda yeni bir model ürettiğini görüyorsunuz. Sadece belli nakdi yardımlar yapmaktan öte insanların bilgi birikimlerin artıracak, onlara mesleki donanımlar kazandıracak, bir anlamda balık tutmayı öğreten bir insani yardım misyonu devletimizin yöntemi haline gelmiş. Dolayısıyla bu Türkiye’nin farkını ortaya koyan çok önemli bir nokta” diye konuştu.
Kültürel diplomasi anlamında insani yardımların, nakdi yardımların yanı sıra siyasi anlamda karşılığı olan sembolik yardımların da çok önemli olduğuna dikkati çeken Şahin, şöyle devam etti:
“Kolombiya’da 52 yıl süren savaşın ardından en çok mayın döşenen alana TİKA aracılığıyla bir okul yapıldı ve bu okul barışa adandı. Yaptığınız şey küçük bir bütçeyle bir okuldan ibaret ama uluslararası alanda Kolombiya Devlet Başkanı Santos’un Türkiye ve Cumhurbaşkanımıza teşekkürlerini görüyorsunuz. Küçük bir yatırımla etkisi her an büyüyen, çarpan etkileriyle dünyaya yayılan bir insani yardım faaliyeti de yapmış oluyorsunuz. Dolayısıyla nakdi yardımdan tutun bu tür sembolik, gerçekten sofistike diyebileceğimiz katkılara kadar çok farklı alanlarda bir kamu diplomasisiyle, yumuşak güçle Türkiye dünya siyaset arenasında önemli bir yer edinmiş durumda. Tabi yumuşak gücün en önemli özelliği topa tüfeğe ihtiyaç duyulmaması, insanların kalplerine girmek, onların gündelik hayatlarına nüfus etmek ve gündelik hayatta bir karşılık edinmek. Kültürel diplomaside, klasik diplomaside olduğu gibi tehdit, caydırma, askeri güç gibi bütün aygıtlar devreden çıkıyor, daha emek isteyen, sahada alın teri gerektiren, biraz daha adı yumuşak olsa da gayret ve emek gerektiren bir alan oluyor.”
Türkiye’nin yumuşak güç alanlarına bakıldığında TİKA, YTB, AFAD, Kızılay gibi kurumların yanı sıra Yunus Emre Enstitüsü’nün kültürel diplomasi misyonunu üstlenen kurumlar arasında sayılabileceğini belirten Şahin, Türkiye’nin diğer ülkelere göre kültürel diplomasi alanında geç kaldığını söyledi.
Yunus Emre Enstitüsü’nün 58 ülkede şube yapılanması olduğunu ifade eden Şahin, şunları kaydetti:
“Fransa, İtalya, İngiltere gibi ülkelerde Yunus Emre Enstitüsünün muadili diyebileceğimiz kurumlar çok daha önce faaliyetine başlamış. Yani kültürel diplomasi kurumları bizden fersah fersah önde. Türkiye 2007’de Yunus Emre Enstitüsü’nü kurdu. İlk şubenin açılışı ve faaliyete başlaması 2009 yılında oldu. 10 senede hatırı sayılır bir yapılanmayla 58 şubede büyük bir ağ ile kültürel diplomasi alanında hizmet veren bir kurum haline geldi. Kültürel diplomasi, biraz etik ve estetik alanın bir araya geldiği, birleştiği, sahada biraz alın teri dökmeyi gerektiren sürece dayalı bir şey. Bir kereliğine gidip katkı verdiğiniz bir alan değil. Sürdürülebilir olması çok önemli. Dolayısıyla Türkiye’nin kültürel diplomaside çok önemli kurumları var. Tek yürütücüsü de Yunus Emre Enstitüsü değil. Biliyorum ki birçok kurumumuz işin kültür ayağını da üstleniyor. Diyanet Vakfımız gerek Amerika’daki merkez gerek Cambridge’de yapılan cami bütün bunlar aslında kültürel diplomasinin sahadaki alanları. Biz bunun içine ne kadar çok kültürel enstrümanı devreye sokabilirsek buraları bir kültürel diplomasi alanı haline getirebiliriz.”
“Kültürel diplomasi alanında tarihsel kodlarımız var”
Kültürel diplomasi anlamında geçmişe bakıldığında Sultan Abdulhamid Han’ın çok ilginç bir kitap diplomasisinin görülebileceğini vurgulayan Şahin, “Amerika’daki Kongre Kütüphanesi’ne 8 sandık dolusu 400 ciltlik bir kitap hediye ediyor. Bu gerçekten ilginç bir durum. O dönemde böyle bir diplomasi alanın farkındalığıyla hareket etmek bizim bu işte tarihsel kodlarımızın da olduğunu gösteriyor. Osmanlı diplomasisi 18. yüzyıla kadar kendine has diplomasi tarzı yürütüyor. Bildiğimiz anlamda mütekabiliyet esasına dayanan, karşılıklı elçilerin olduğu bir diplomasi yerine Osmanlı’nın dışarıdaki dünyayı takip etmeye çok daha ihtiyaç duymadığı bir diplomasi tarzı. Çünkü kendi gücünün o kadar farkında. Ama bütün ülkelerin Osmanlı’yı takip etme ihtiyacı duyduğu diplomatik tarzı görebiliyoruz. Avrupa’daki Osmanlı algısı Venedikli elçilerin Osmanlı ile ilgili kanaatlerini raporlaştırmasıyla oluşuyor.” diye konuştu.
“Hepimiz kültürel diplomat olabiliriz”
Teknolojiyle birlikte dijital dünyanın hızlı bir şekilde gelişip büyüdüğüne dikkati çeken Şahin, bugün milyonlarca takipçisi olan youtuberların, instagram ve twitter kullanıcılarının olduğunu söyledi.
Bu sosyal mecralarda ciddi anlamda kültürel diplomasi yapıldığını anlatan Şahin, bilinen bütün klasik diplomasi anlayışının tamamen dışında yeni bir trend ve dijital imkanların sağladığı bir diplomasi alanı olduğunu ifade etti.
İnternetteki bir bilgi üzerinden bir Japon kitapçısının merak edilebildiğini ve onun insanların bu kitapçının peşine düşebildiğini dile getiren Şahin, “Buradan şu ortaya çıkıyor. Aslında bireylerin elinde gerçekten bu anlamda müthiş bir güç var. Dijital dünya bize birçok tehdit getirmekle birlikte ciddi fırsatı da beraberinde getirmekte. Bizler de bu fırsatı çok iyi bir şekilde kullanmalıyız. Dijital diplomasi, kültürel diplomasinin bir yan veya alt dalı olarak tanımlayacak olursak dijital diplomasi öyle bir şey ki şatafatlı salonlarına, diplomat kimliğinize, mesai saatlerine hiyerarşiye ihtiyacınız yok, 24 saat bütün dünya vatandaşlarına ulaşılabilir diplomat haline gelebiliyorsunuz. Artık hepimiz kültürel diplomat olabiliriz. Elimizde çok müthiş bir dijital imkan var. Parayla almıyor satmıyorsunuz ama onun üzerinden müthiş bir güç elde ediyorsunuz. Bu anlamda baktığımızda dijital diplomasi çok özel bir alan.”
Türkiye Diyanet Vakfı Genel Müdürü Av. Mehmet Savaş Polat da, kültürel diplomasinin çok önemli bir konu olduğunu belirterek “Vakıf olarak kültürel diplomasiye hizmet eden önemli kurumlardan birisiyiz. Türkiye’nin hem dini kültürünü, hem Osmanlı birikimlerini yaptığımız hizmetlerle dünyanın birçok noktasına taşımış oluyoruz. Ülkemiz, bayrağımız adına Osmanlı kültürü adına bu çalışmalar çok kıymetli” diye konuştu.
Konuşmaların ardından Türkiye Diyanet Vakfı Genel Müdürü Polat, Şahin’e Kur’an-ı Kerim hediye etti.