Prof. Dr. Ali Ulvi Mehmedoğlu
M.Ü. İlahiyat Fakültesi
İnsan iyilikle ölçülür ve iyilik, varoluşun en önemli güç ve erdemlerindendir. İyilik, bütün değerleri savunan, koruyan ve destekleyen her şeydir. Değerler, insanı anlama çabasının en kadim ve en temel alanlarından biridir. Değerleri ve insanın değerlerle irtibatını anlamak ve aydınlatmak ve buradan yola çıkarak insana dair birtakım yorum ve değerlendirmelerde bulunmak, bütüncül ve berrak bir görüntü ortaya koymak, her zaman ve her zeminde ilgi çekici olmuştur. Zira değerler, insanla vardır ve insanla anlam kazanır. İnsan da değerleriyle anlaşılır.
İnsan hayatında bu kadar önemli olan değerler nedir o hâlde? Böylesine eski ve önemli bir konuda, herkesin beklentilerine karşılık veren kapsayıcı ve kuşatıcı bir tanım, tatmin edici ve kesin bir cevap bulunmamaktadır. Ancak yine de değerlerin, genellikle, insanların kendilerinde bulunmasını arzuladıkları, erişmek istedikleri; insanlara ve yaşadıkları hayata rehberlik eden; kimi zaman biri diğerinden daha önemli hâle gelen; ancak değişen durumlara bağlı olarak değişmeyen ve yok olmayan amaç ve hedefler olduğu ifade edilmektedir. Bu açıdan değerlerin, çoğu kere, kavramlar, normatif standartlar ve amaçlar ve eğilimler ve inançlarla bağlantısı vurgulanmaktadır. Değerlerin kaynağı olarak ise birey, toplum, kültür ve din gösterilmektedir.
Bir değer ve erdemlerin ürünü olarak iyilik, İslam düşünce geleneğinde, hayr, birr, ma’ruf, hasene, salih amel vb. gibi çok çeşitli kavramlarla ifade edilen geniş ve zengin bir anlam ufkuna sahiptir. Farklı anlamları da bulunmakla birlikte hayr, genellikle, “akıl, adalet, fazilet ve faydalı nesne gibi herkesin arzuladığı şey”; birr, “her türlü iyilik, ihsan, itaat, doğruluk, günahsızlık”; ma’ruf ise “gerek söz gerekse davranışla insanların iyilik ve mutluluğu, dirlik ve düzenliği için çalışmak” olarak tanımlanmaktadır. İnsan erdemlerle ve bu erdemler vasıtasıyla ortaya koyacağı eylemlerle yetkinleşir. İyilik de, bir duygu, tutum, davranış ve değer olarak dinî düşünce ve deneyimin içinde temel ve vazgeçilmez bir erdem olarak yer almıştır. Bunun içindir ki bütün dinler erdemli olmayı ısrarla tavsiye etmiş, peygamberler de o erdemleri bizzat yaşayarak insanlığa örnek olmuşlardır. Keza kötülük veya şer ve bundan kaynaklanan zarar, musibet, fitne, fesat, suizan, yalan, günah gibi tutum ve davranışlar da kesin bir dille yasaklanmış ve insanlar bu konuda uyarılmışlardır.
Yaratılış itibariyla karşıt eğilimlerin çatışma alanı olan insan nefsi, iyi güç ve yeteneklerle donanımlı olduğu gibi, kötülüğe sevk edici eğilim ve yönlendirmelere de açıktır. Kur’an’ın ifadesiyle, “Nefse ve onu dengeleyene, ona hem kötülüğü hem de kötülükten sakınmayı ilham edene and olsun ki nefsini arındıran kimse kurtuluşa erer. Nefsini kirletip günahlara boğan ise hüsrana uğrar.” Yani iyilik ve zıttı olan kötülük, dışarıdan dayatılan şeyler olmayıp, kökleri insanın içinde bulunan tercihlerdir. Bu durum, bir başka ayette, “Bununla birlikte ben nefsimi tamamen temize çıkarmıyorum. Çünkü Rabbim esirgeyip korumasa nefs insanı hep kötülüğe yöneltir.” şeklinde haber verilmektedir. Bu bakımdan insanın yeryüzü serüveni, iyilik ile kötülük veya hayır ile şer arasında gidip gelen bir tercih süreci olarak görülebilir. Bu tercih süreci, insanın tam ve eksiksiz olma, kendisiyle, diğer insanlarla, dünya ile ve nihayetinde Yaratan ile tam bir uyum içinde olma durumuna gelinceye kadar devam eder. Aliya İzzetbegoviç’in ifade ettiği gibi, insana bahşedilen bu tercih yeteneği, neticesi ne olursa olsun, kâinatta mümkün olan varoluşun en yüksek şeklidir.
İyilik, bütün erdemlerin zirvesidir. Ancak zirveye ulaşmak, uzun uğraşlar ve zahmetli çabalar sonucunda mümkün olabilir. Zira insanın etrafında pek çok engeller ve çeldiriciler mevcuttur. Kötülük daha çabuk yayılır, kötü örnekler daha kolayca benimsenebilir ve henüz eğilimleri arasında denge kuramamış insanlar kötü davranışlara çabucak yönelebilirler. Bunun için öncelikle iyiliği bilmek, onu kötülükten ayırmak ve iyiliğin kötülükle asla bir olamayacağını idrak etmek, ardından da kötülüğü iyilikle savmak, kötülüğe iyilikle mukabelede bulunmak ve iyiliklerin kötülükleri giderdiğinin farkında olmak gerekir. Kur’an-ı Kerim, bütün müminlerin özellikle bu bilinçte olmalarını ister ve Hz. Peygamber’in şahsında onlara iyiliğin, şefkat ve merhametin birleştirici gücü konusunda uyarılarda bulunur. “Allah’ın sana lütfettiği şefkat ve merhametten dolayı onlara yumuşak davrandın. Kaba ve katı yürekli olsaydın, onlara sert ve kırıcı davransaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi…” İyilik yanı başımızdadır, elimizin altındadır, çok uzaklarda, doğuda veya batıda değildir. Ancak iyilik yapan insan kendini aşar ve kendi ötesindekilere ulaşır. Bunu yapamayanlar ise kendi içlerinde dönüp durur ve bir anlamda tıkanıp kalırlar.
İslam medeniyeti bir hayır veya iyilik, şefkat ve merhamet medeniyeti olarak tanımlanabilir. Kur’an’ın ve Hz. Peygamberin iyi olma ve iyilik yapma doğrultusundaki ısrarlı ve kesin vurguları ve hayırda yarışma ilkesi, başlangıçtan itibaren Müslümanların, yaşadıkları her zaman ve mekânda çeşitli kurum ve kuruluşlar oluşturmalarına vesile olmuştur. Bu çerçevede vakıflar, şifahaneler, yetimhaneler, imarethaneler, aşevi, düşkünler evi, çocuk yurtları, cami, medrese, kervansaray, okul, sebil, köprü vs. gibi birçok eser tesis edilmiş, hayırda yarışma ilkesi işlevsel ve görünür hâle getirilmiştir.
İyilik, çok boyutlu ve çok yönlü bir eylemdir. Psikolojik, sosyolojik, siyasi ve iktisadi açıdan gelişim, değişim, etkileşim ve dönüşümlere yol açar. İyilik, ne şekilde olursa olsun iyilikte bulunan bireylerin sevgi, huzur, güven, şefkat, merhamet, diğerkâmlık ve adalet gibi olumlu ve yapıcı duygu ve yeteneklerini geliştirdiği gibi; kin, haset, fesat, kıskançlık, kibir, gurur, intikam ve zulüm gibi olumsuz ve yıkıcı duygularına da set çeker, bunların neşvünema bulmasına engel olur. Diğer taraftan iyilik, cesaret ve ümit gibi olumlu duyguların gelişmesine ve korkaklık, sefalet, sefahat, zillet, meskenet, yeis gibi olumsuz durumlarla baş etme ve onların üstesinden gelme iradesi geliştirmeye yardımcı olur. İyilik, empati yeteneğini de geliştirerek duyguların insanın kendi içine hapsolmasını önler ve başkalarını anlamaya ve bu sayede onlarla iletişime geçmeye, onların acı ve sıkıntılarını anlamaya önayak olur. İnanç ve ahlak bakımından bir yetkinleşme vesilesi olan iyilik, psikolojik bakımdan, hem iyilik yapan ve hem de iyilik yapılan açısından karşılıklı etkilere sahiptir. Diğer yandan iyilik, aynı toplumda yaşayan insanların birlik, bütünlük, yardımlaşma ve dayanışmalarına vesile olur. İstifçiliği, tekelciliği, dünyevileşmeyi, materyalizmi, meta sevgisini, tüketim çılgınlığını, güç ve iktidar hırsını engeller, mal ve paranın dolaşımını ve bu sayede toplumsal huzur, barış, paylaşım ve yardımlaşmayı temin eder. İnsanlar arasındaki eşitsizliğin ortadan kalkmasına, sevgi, saygı, istikrar ve adaletin tesisine katkıda bulunur. İnsanı insanın kurdu değil, dostu yapar.
Günümüzde, iyiliğin de dâhil olduğu çeşitli erdemlerin, psikolojinin, klinik, sağlık, gelişim, sosyal ve özellikle din psikolojisi ve pozitif psikoloji gibi farklı alanlarınca artık daha fazla dikkate alındığı ve araştırma sonuçlarının, bu erdemlerin ruhsal, fiziksel ve kişiler arası ilişkilerdeki işlevleri açısından genel olarak olumlu etkilerde bulunduğuna işaret ettikleri görülmektedir. Bu çerçevede bir bütün olarak iyiliğin kişilik üzerindeki etkilerine ve hayattaki önemli işlevlerine ilişkin bulgulara ulaşılmıştır. Kısacası iyilik de dâhil olmak üzere bütün erdemlerin, sadece ayırıcı birer kişilik özelliği olmakla kalmayıp, aynı zamanda bunların hayatı ve kişiliği olumlu yönde biçimlendirdikleri söylenebilir.
Yaşanabilir bir dünya, ancak iyilikle mümkündür. Bütün insanlık iyilikte ısrar etmeli, onun sürekliliğini sağlamalı ve iyilikte uzlaşmalıdır. İyilik, başkasında var olmak, ötekine sevdalanmaktır. İyiliğin bulunmadığı, yani başkalarının göz ardı edildiği bir dünya, sadece kendine sevdalı ve kendi yoksul ve yoksun evreninde dönüp duran bencil, çıkarcı, hastalıklı ve antipatik bireyler üretir. Çağımızın nevrotik insanının ve gittikçe yaygınlaşmakta olan depresif ruh hâlinin şifası, iyilikten ve iyilik yapmaktan geçer. Yüzyılın vebası olarak görülen anlamsızlık, amaçsızlık ve boşluk duygusu ve bunların ortaya çıkardığı korku, kaygı, bulantı, öfke ve can sıkıntısı da ancak insanın kutsal ile kopardığı bağını tekrar kurması, manevî köklerine sarılması ve iyiliğin kaynağı olan Mutlak İyi’ye dönmesiyle aşılabilir. Hayatın belki de en önemli anlamı bu olmalıdır: kendini aşmak, kendi ötesine ulaşmak. Bu da ancak, bütün değerleri savunan, koruyan ve destekleyen iyilikle mümkün olabilir.