Ben şu anda ne yapıyorum?
İyiyi güzeli doğruyu yayabilmek için ben bugün insanlara nasıl yardımcı olabilirim? Ben insanları nasıl mutlu edebilirim?
Bu düşüncelerle insan kendini doldurursa dünyada mutsuz kimse kalmaz.
Bazı olaylar vardır yazmak istersin cümleler yetmez. Sözcükler yarım kalır. Anlatmak istersin hıçkırıklar düğümlenir boğazında. Sonra gözünü kapatıp sessizce düşünürsün, elini kalbine götürüp kalp atışlarınla beraber “neden” diye sorarsın sadece?
Bu hikâye, gençliğinin baharında hayattan koparılan Özgecan’ın hikâyesi…
Ve yüreği evlat acısıyla yanarken bile dilinden hikmetli sözleri düşürmeyen Mehmet Aslan’ın hikâyesi…
Özgecan, on dokuz yaşında üniversite öğrencisiydi. Birinci sınıfa daha yeni başlamıştı. Çalışkan ve zeki bir öğrenci olduğundan burslu kazandığı üniversitesine psikolog olma heyecanıyla gözleri ışıl ışıl gidiyordu. Üniversitede geçirdiği her gün hedefine bir adım daha yaklaştığının farkındaydı. Annesine “Herkese yardım edeceğim, tüm hastalara, tüm mutsuzlara neşe vereceğim. Buna da önce yakınlarımdan başlayacağım.” diyordu. Annesi de kızının hayallerine ortak oluyor ve kızı hiçbir şeyden mahrum olmasın diye bir iş bulup çalışmaya başlıyordu. Ama Özgecan’ın hayalleri yarım kaldı.
Beni Merak Etmeyin
Minibüslerde tek başına olmak her zaman zordur. Eğer genç bir kız isen ve vakit akşamsa daha da zordur. Endişe sarar her yanını insanın, tedirginlikle elindeki telefona bakar hatta arkadaşının ya da ailenin numarasını acil bir durumda aramak için hazırda tutarsın. Özgecan da öyle yapmak istedi fakat telefonu bozuk olduğu için arayamadı annesini. Sadece minibüse binmeden önce arkadaşının telefonundan mesaj attı. İki cümle… “Beni merak etmeyin. Yola çıktım.”
Saatler geçiyor. Gece yarısı oluyor ama Özgecan eve gelmiyor. O soğuk şubat gecesinde annesi saatlerce pencere kenarında kızını bekliyor. Elinde telefonu bir yandan mesaja bakıyor diğer yandan belki bir umut olur diye mesajın geldiği numara olan Özgecan’ın arkadaşını arıyor. Ama Özgecan’dan hiçbir haber alınamıyor.
Aradan birkaç saat geçtikten sonra anne ve babanın endişesi iyice artıyor ve daha fazla vakit kaybetmeden karakola gidiyorlar. 11 Şubat 2015 tarihinden itibaren jandarma Tarsus’ta her köşe bucağı aramaya başlıyor. Jandarmalar aramalarını sürdürdüğü sırada kendilerine yol soran bir minibüsten şüpheleniyorlar ve olay aydınlanmaya başlıyor. Minibüs içinde yapılan aramada kan izleri bulunuyor. Bu olayı seyreden sonraki günlerde Özgecan’ın evine dönmek için bindiği minibüste vahşice öldürüldüğü öğreniliyor. Kızlarından güzel bir haber bekleyen ailenin gözleri yollarda kalıyor. Bir daha göremeyecekleri kızları, kaybolduktan iki gün sonra bir dere yatağında katledilmiş bir şekilde bulunuyor. Cümleler anlamsızlaşıyor, dünyadaki hiçbir kelime bu yaşananları ifade edemiyor.
Mehmet Aslan’ın bakmaya kıyamadığı çiçeğini acımasızca koparıyorlar. Bindiği minibüsle sonsuz bir yolculuğa çıkıyor Özgecan. Fakat bu yolculukla canımızı da götürüyor. Ölümüyle anne babasının içine düşen ateş sadece onları değil tüm Türkiye’yi yakıyor.
Başka Meleklerin Kanadı Kırılmasın
Mehmet Aslan, Özgecan’ın babası. O, yüreği evlat acısıyla yanarken bile ağzından dökülen hikmetli sözlerle tüm Türkiye’yi etkileyen bir baba. Onu hepimiz bu elim olay sonrasında gösterdiği metanetle tanıdık. O, konuşurken bağırıp çağırmadı kendini sağa sola atmadı. O, duruşuyla ağzından tane tane çıkan kelimelerle sabretmenin ne demek olduğunu hatırlattı bizlere. Aslında hepimiz, dilimizde olan ama uygulamada unuttuğumuz sabır kelimesini Mehmet Aslan’la tekrar öğrendik.
Mehmet Aslan kameralara röportaj verirken gözünü kaldırıp bakamıyordu. Tevazusundan başı hep önüne eğikti. Yüzündeki hüzünden anlaşılıyordu nasıl tarifsiz bir acı içinde olduğu. Gözleri buğulu, uzatılan mikrofonlara “Başka meleklerin kanadı kırılmasın.” diyordu. Ve ekliyordu. “Kızıma bu kötülüğü yapanların ailesine de Allah’tan yardım diliyorum. Ben günahkârların günahkârı, fakirlerin fakiri, acizlerin âcizi bir garibim. Bu memlekette artık ikilik olmasın. Adaletin karşısına çıkıp cezalarını çeksinler. Allah onların analarına babalarına da yardım etsin.”
Bu cümle herkesin kolaylıkla söyleyebileceği bir söz değildi. Kızına yapılan kötülüğe bile iyilikle cevap veriyordu Mehmet Aslan. Bunu yapmak gerçekten yürek isterdi ki bunu Mehmet Aslan başarmıştı. Nefsini bir tarafa bırakıp sabr-ı cemiliyleyüce bir gönül sahibi olduğunu tüm dünyaya göstermişti.
Mehmet Aslan kendisine yöneltilen her soruya metanetle karşılık verdi. Konuşmasının her kelimesini özenle seçiyordu. Ağzından ne incitici bir kelime ne de kötü bir söylem çıkıyordu. O yaşadığı acıya rağmen böyle metanetli konuşunca herkes ekran başında onun ağzından çıkacak kelimelere kilitlendi. O konuştukça adeta içimizdeki düğümler çözülüyordu. Onun her konuşması insanın içine işliyordu ve bu vakur duruşu sayesinde etrafında milyonlar toplanıyordu.
İmza Kampanyaları
Mehmet Aslan’ın sükûnet içindeki konuşma-larından sonra tüm halk onlar adına ayağa kalktı ve büyük bir çember oluşturdular. Özgecan ve onun gibi şiddete maruz kalıp ne olduğunun farkına bile varmadan öldürülen kadınlarımız ve kızlarımız için herkes birlik oldu. Çünkü Mehmet Aslan’ın dediği gibi “Bir insana yapılan kötülük bütün insanlara yapılmış sayılırdı.” Ailenin bu alışık olunanın dışındaki sakin duruşu herkesi etkiledi. Herkes onlar adına bir şeyler yapmak için harekete geçti. Cinayetin ortaya çıkmasının ardından ülke çapında gösteriler yapıldı. Binlerce insan, kadına şiddete karşı caydırıcı tedbirlerin alınması için sokaklara döküldü. Sosyal medyadan imza kampanyaları başlatıldı ve ailenin etrafında milyonlar toplandı. Anneler, babalar, genç kızlar Özgecan’ın acısını o kadar derinden hissediyorlardı ki ellerinden geldiğince bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı. Kimi duasıyla kimi imzasıyla kimi ise bir damla gözyaşıyla ailenin hislerine ortak oldu.
İnsanlık İçin Bir Başlangıç
Anne-baba için evlat ayrımı olmaz ama şöyle de bir gerçek var ki babalar, kız çocuklarına erkek çocuklarından daha düşkündür. Mehmet Aslan için de Özgecan öyleydi. Dünyası onunla aydınlanıyordu. Gözlerindeki ışık tüm aileye yetiyordu. Özgecan, neşesiyle, mutluluğuyla herkesi kendine bağlamış bir genç kızdı. Mehmet Aslan, “Kızım ölünce her şey soldu rengini kaybetti.” diyor. Fakat bu durumdan bile bir hikmet aramaya çalışıyor ve kızının ölümünü insanlık için bir başlangıç kabul ediyordu. Böyle bir şey düşünmesi bile onun ne kadar hassas bir insan olduğunu gösteriyordu. Söylediği her cümle çok değerli ve derin anlamlara sahipti. Cümleleri, anlayabilen için bir tılsım barındırıyordu içinde.
Mehmet Aslan kızının ölümünü tüm insanlık için bir doğum kabul etti ve kendisine soru yöneltenlere zihinlerden gönüllere akacak şu cümleleri söyledi: “Bu bir milat olmalı. Tüm insanlık olarak yeniden başlamalıyız. Herkes üzerine düşen görevi yerine getirmeli. Biz ne o’cuyuz ne de bu’cu. Bu ülkenin bir evladıyız.” Bu sözleri söyleyen bir babaydı. Evladı canice öldürülen, bakmaya kıyamadığı kızının acısı yüreğini parçalarken herkese yeniden başlama fırsatı veren bir babaydı. “Doğru yolu bulup yürümek çok zor.” diyordu başka bir konuşmasında. “Ne gelirse nefisten gelir. Nefisten kaynaklanır tüm çirkinlikler. Nefsi terbiye etmek gerekir.” Bu yüce gönle sahip olan acılı insan gözyaşları içini yakarken bile kendini kaybetmiyor kötü bir söz sarf etmiyordu.
Mehmet Aslan Özgecan’ı kara toprağın bağrına verirken kefenine bile dokunmaya kıyamamıştı. Saçının bir tek teline zarar gelmesinden korkan baba, şimdi meleğini kaybetmişti. Gül goncası kızı için mezarı başında dua ederken “Rabbim kendisi için yaratmış seni.” diyordu. Bu cümleyi sessizce ve büyük bir teslimiyet içinde söylüyordu.
Ölüm her haliyle zordur. Fakat ölen bir evlatsa bu kapanmayan yaralar açar. İçinde büyük bir boşluk oluştur. Her şey yarım kalır. Eskisi gibi olmaz hiçbir şey. Renkler solar. Kâinat tüm canlılığını yitirir. Dünya hayatı sadece evladına kavuşmak için beklediğin bir durak gibidir artık.
Mehmet Aslan başka anne ve babaların aynı acıyla karşılaşmamaları için bu ölümü bir milat kabul etti. “Özgecan’ın ölümü yeni bir doğum günü olsun.” dedi ve herkesin birbirine sevgiyle yaklaştığı daha eğitimli bir toplum oluşturmak için toplumdaki her bireyin üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerektiğini her fırsatta ifade etti. Faillerin tek başına suçlu olmadığını bu durumdan tüm toplumun sorumlu olduğunu sürekli tekrarladı. Onun şu cümleleri de diğerleri kadar önemliydi: “Şiddet uygulayan bir babanın çocuğu da şiddet göstermeye meyilli hâle gelir. Çocuğun ana programını yazan anne ve babadır. Onların davranışları çocuğa da yansıyacaktır. Bu sebeple böyle olaylarda sadece cinayeti işleyen değil aslında tüm toplum ve insanlık yargılanıyor.”
İnsan Kötülüğü Önce Nefsinde Aramalı
İnsan bir anlık gafletiyle nefsine uyar ve kötülük yapar, sonrasında ise söylediği bir söz vardır: “Şeytana uydum.” İşte bu kelimeleri Mehmet Aslan o kadar güzel açıklıyor ki tekrar tekrar okumak ve dinlemek istiyordu insan: “İnsan olayı işledikten sonra nefsime uydum, şeytana uydum sözünü söyleyince artık şeytanın o kişiyle işi bitiyor. Şeytan başka bir kişiye kötülük yaptırmak için işe koyuluyor. Başka bir zihne girmek için uygun zamanı kolluyor. Bu sebeple her nefis ıslahını kendi yapmalı. Çünkü bütün çirkinlikler nefisten kaynaklanır. Nefsi terbiye etmek gerekir.” Mehmet Aslan’ın her cümlesi bir inci değerindeydi. Bu bilge tavrı herkesi etkiledi. Bu sabır, bu metanet böylesine bir acıyı yaşayan aile için hiç de kolay değildi.
Mehmet Aslan ayrıca bir konuşmasında akıllardan çıkmayacak ve okuyanları mıknatıs gibi çekecek şu cümleleri sarf etti: “Bu topraklarda, bazı erkekler, kendi iradeleri ve seçimlerinden kaynaklanan bir kaderi, kadınlara yaşatıyorlar. Çünkü cehalet içindeler. Hayâsızca nefislerinin peşinde koşuyorlar. Sonra şeytanın esiri olup boyunlarını bükerek cehenneme giden yolu tercih ediyorlar. O yüzden bu kadar gözyaşı ve acı var bu ülkede. Ama unutmamak gerekiyor ki, her nefis kendi iradesiyle yapmış olduğu zerre kadar iyiliğin karşılığını alacak, zerre kadar kötülüğün de bedelini ödeyecek. İnsanların kaderi olduğu gibi toplumların, milletlerin, devletin, dünyanın, hatta kâinatın da bir kaderi var. Külli iradenin yazmış olduğu bu kaderin sonunda kıyamet kopacak. Medeniyet tarihi boyunca insanlar belirli dönemlerde ruhsal bunalımlara, buhranlara, çöküşlere uğradılar ve bunun neticesinde dünyada yıkımlar meydana geldi.”
Mehmet Aslan bu dünyaya mutluluğun hâkim olmasını isteyenlerdendi. Bunun için de etrafa sevgi ve mutluluk dağıtmaya çalışıyordu. Dünyada en güçlü ordulardan daha güçlü olan bir şey varsa o da sevgidir ve sevmekten başka çıkar yolumuz yok, diyerek yaratılanı yaratandan ötürü sevmek gerektiğini hem sözleri hem de davranışlarıyla hepimize hatırlatıyordu.
Mehmet Aslan’ın konuşmalarının hepsi değerliydi fakat şu cümlelerin içimizden hiç çıkmaması gerekiyordu. Belki de çerçeveletilip asılmalıydı. “Ben şu anda ne yapıyorum? İyiyi güzeli doğruyu yayabilmek için ben bugün insanlara nasıl yardımcı olabilirim? Ben insanları nasıl mutlu edebilirim? Bu düşüncelerle insan kendini doldurursa dünyada mutsuz kimse kalmaz.” O, verdiği mesajlarla herkesi bir araya toplayan gönlü çok derin bir insan. Sükûnet içinde işlerini yapıyor, sözlerini söylüyor. Her yolun barış ve kardeşlikle açılabileceğinin altını çiziyordu. Eğer insanlar bir şeylerin değişmesini istiyorsa bunun barışla, kardeşlikle, huzur ve güvenle ancak olabileceğini tekrarlıyordu.
“Herkes kalbinin sesini iyi dinlesin. Ben yıllarca dünyanın peşinde koşturup durdum. Elbette ki çalışıp kazanacağız. Geçimimizi kazanacağız. Ama arada bir de durup düşüneceğiz.” Mehmet Aslan tüm konuşmalarını filozof edasıyla sürdürüyordu. Konuşmalarında ne bir ses yükseltme ne de kırıcı bir söz vardı. Bütün konuşmaları tasavvufi derinliği olan sözlerden oluşuyordu. O, acısını içine gömmüş, böyle bir durumda bile ülkedeki birlik ve beraberliğin bozulmaması için elinden geleni yapıyordu.
Mehmet Aslan birkaç röportajında da Âl-i İmrân suresi 103. ayet ile Maun suresini herkesin okuması gerektiğini söylüyordu. Peki, ne diyordu bu ayetler anlamı neydi? Âl-i İmrân suresinin 103.ayetinde Allahu Teâla şöyle buyuruyordu: “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de o, kalplerinizi birleştirmişti. İşte onun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de o sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz. Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır. O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara, “İmanınızdan sonra inkâr ettiniz, öyle mi? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azabı tadın.” denilir. Yüzleri ağaranlar ise Allah’ın rahmeti içindedirler. Onlar orada ebedi kalacaklardır. İşte bunlar Allah’ın, sana hak olarak okuduğumuz ayetleridir. Allah, âlemlere hiç zulüm etmek istemez.”
İşte Mehmet Aslan bilgisiyle görgüsüyle duruşuyla bütün güzellikleri kendinde toplamış bir insandı. Kızının vahşice katledilmesine ve gönlündeki o kocaman boşluğa rağmen etrafa iyiliği ve güzelliği yaymaya çalışıyordu. O, vatanını milletini seven biriydi ve en kötü olayda bile sükûnetli davranışıyla tüm kesimleri bir araya getirmiş ve tek yürek olmayı sağlamıştı.
Mehmet Aslan’ın şu cümleleri de bütün konuşmalarının bir özeti gibiydi: “Devletimiz zeval görmesin, milletimiz necip güzel bir millet güzel gönüllü insanlar var. Ben öncelikle kendime şunu söylüyorum. Ben günahkârların günahkârı, fakirlerin fakiri, acizlerin âcizi bir garibim. Rabbim özel ve güzel yaratmış. Çok sevdi kızımı aldı yanına. Bu memlekette artık ikilik olmasın. Bu vahim olayı yapanlara da zulmedilmesin. Adaletin karşısına çıkıp cezalarını çeksinler. Allah onların ana babalarına da yardım etsin.”
Kızının ölümünün üzerinden bir yıldan fazla bir süre geçmişti. Mehmet Aslan’ın kızının katilinin cezaevinde öldürüldüğü haberi alındı. Mehmet Aslan bu olaydan sonra da söyledikleriyle bu ülke için ne kadar değerli bir insan olduğunu göstermişti. Sevindim desem de üzüldüm desem de yalan olur, demişti. İnsan, böyle bir durumla karşılaştığında genelde lanet okur ve intikam ateşiyle yanıp tutuşurdu. Mehmet Aslan ise tam bir teslimiyet içinde ne isyan ediyor ne de bunu yapanlara lanet okuyordu.
Özgecan’ın ölümüyle herkes birlik olmuştu. Tüm Türkiye halkı Mehmet Aslan’ın bu konuşmalarından çok etkilenmiş ve gerçekten onun da dediği gibi şöyle bir durup düşünmüştü. “Ben şimdi ne yapıyorum.” diye. O, kimsenin yapamadığını yaptı. Acısıyla bile herkese mesajını ulaştırdı. Yüreklere seslenerek farkındalık oluşturmayı başardı.
Şimdi kime sorsanız kadın-erkek, yaşlı-genç bilir Özgecan’ı. Ve babası Mehmet Aslan’ın o kadar acıya rağmen nasıl vakur bir tavırla insanları merhamete ve bir bütün olmaya çağırdığını…