
Dr. Lamia LEVENT ABUL
DİB Süreli Yayınlar Kütüphaneler Daire Başkanı
İnsan kelimesinin “alışmak, uyum sağlamak” manasına gelen üns mastarından türediği ifade edilir. İnsana bu ismin verilmesi hemcinsleriyle beraber uyum içinde yaşayabilmesiyle ilgilidir. Çünkü insan yaratılış itibarıyla sosyal bir varlıktır. (İlhan Kutluer, “İnsan”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 22, s.320) Bu kök anlam insanın ünsiyet, ülfet ve yakınlık kuran bir varlık olduğuna ve başka insanlarla kurduğu yakınlık üzerinden varlığını daha anlamlı hâle getirdiğine işaret eder. Dolayısıyla insan, bir toplum içinde yaşamaya muhtaçtır. Diğer insanlarla yakınlık kurmak, hemhâl olmak, ülfet ve ünsiyet içinde samimi ilişkiler kurarak hayat yolculuğunu devam ettirmek ister. İnsanın ihtiyaç duyduğu yakın ve samimi ilişkileri kurduğu ilk toplumsal yapı da ailedir. Her insan bir aileye doğar ve insanın ilk temas ettiği insanlar da aile bireyleridir.
Aile, tarih boyunca insanın duygusal ve sosyal olarak desteklendiği ve güvenlik içinde sosyalleşme ihtiyacını giderdiği en önemli kurum işlevini görmüştür. Ancak toplumsal değişimler aileyi de etkilemekte ve onun bu işlevini bozabilmektedir. Ailenin giderek küçülmesi, teknolojik alanda yaşanan gelişmeler, özellikle modernleşmeyle birlikte bireyselleşmenin artması gibi değişimler, aile bireylerinin ilişkilerini zayıflatan faktörler olarak sayılabilir. Enis olan insan bugün bir yol ayrımındadır. Bu önemli kavşak noktasında yaşanan değişimler insanı bireyselleşmeye doğru âdeta zorlamaktadır. İnsanın dikkat etmesi gereken husus ise bireyselleşmenin kişiyi aile ve toplumdan uzaklaştırabileceği gerçeğidir. Zira sağlıklı bireyselleşmeyen insan, bireysel özgürlükleri geliştirme adına aile ve toplumla uyum ve ilişkiler noktasında dengeleri bozma tehlikesiyle karşı karşıyadır. En çok karşılaşılan tehlike ise bireyselleşmenin benmerkezciliğe ve narsisizme varan bir noktaya gelmesidir. Diğer taraftan sağlıklı bireyselleşebilen insan, kendini gerçekleştirerek kişisel ve toplumsal yararı gözetecek seçimler yapabilir. Aile ve topluma karşı sorumluluklarının farkında olarak özverili davranabilir.
Bugün aile yapısında meydana gelen değişimlerin etkisiyle aynı çatı altında yaşayan aile bireylerinin kendi aralarında sağlıklı ilişkiler kuramadıkları görülebilmektedir. Ailedeki fertler bireyselleşmenin etkisiyle kendi dünyalarına dalarak birbirinden uzaklaşmakta, aile içindeki iletişimleri zayıflamakta ve sonunda aile fertlerinin yalnızlaşmasına kadar gitmektedir. 2022 yılında yapılan “Türkiye’de Aile Yalnızlık ve Mutluluk” konulu bir araştırmanın sonuçlarına gören 2019’da kendini her zaman yalnız hissedenlerin oranı % 19 iken 2022’de bu oran % 34’e kadar yükselmiştir. (Aile ve Yalnızlık, Editörler: E. Süleymanlı, N. Kalkandelen, Üsküdar Üniversitesi Yayınları, s. 38) Yalnızlık oranlarındaki bu artış dünyadaki yalnızlık oranlarıyla benzerlik gösteriyor. İngiltere ve Japonya’da yalnızlık bakanlıklarının kurulması yalnızlık oranlarındaki artışın bir sonucudur. Japonya’da birbirlerini hiç tanımayan insanların girip sohbet ettikleri sohbet odaları ise yalnızlığa çözüm arayışı olarak ortaya çıkmış projelerden biridir. Aile içinde sosyalleşme ve ünsiyet kurma ihtiyaçlarını karşılayamayan bireyler aileden ayrışarak bir arayışa yönelmektedirler. Aile yapısını bozan bu iletişimsizlik halinin sebeplerini daha iyi anlayabilmek için önce ailenin yaşadığı değişimin izlerini sürmek gerekir.
Geniş Aileden Çekirdek Aileye Değişimin İzleri
Aile toplumsal yapının en küçük birimi olarak tarif edilir. Tıpkı bir binayı vücuda getiren tuğlalar misali toplumun yapısını inşa eden de ailedir. Toplum hayatında meydana gelen değişimlerden önce aileler etkilenir. Bu bakımdan toplumsal değişmelerin ve dönüşümlerin etkilerini aileler üzerinden okumak mümkün olur. Bugün ailede yaşanan krizlere ve ailenin karşı karşıya kaldığı sorunlara baktığımızda bunların kökenlerinin daha gerilere dayandığını görmekteyiz. Öncelikle değişimlerin tarihî seyrini görmek bugünü değerlendirmek ve çözümler sunmak açısından önem taşır.
Bizim aile yapımızdaki keskin değişimlerin modernizm ile başladığını söylemek mümkündür. Sanayileşme, tarıma dayalı ekonomilerin etkisini azaltarak başka ekonomik faaliyetleri artırdı. Bu da beraberinde köyden kente göçü başlattı. Sanayileşme, kentleşme, göç, devrim niteliğinde teknolojik gelişmeler ve eğitim olanaklarının artması geleneksel toplum yapısını da değiştirdi. Geleneksel ve geniş aile yapılarının güçlü olduğu kırsal bölgelerden kentlere göç ile aile yapısının değişime uğraması kaçınılmaz oldu. Geniş aile yapısı parçalanarak küçüldü ve çekirdek aileye evrildi. Modernizm sadece aileyi küçültmedi, ailedeki kadın ve erkek rollerini de etkiledi. Kadının çalışma hayatına girmesiyle çocuk sayısında da azalma meydana geldi. Kısaca son yüzyılda toplumsal yapının yanı sıra aile yapısı da büyük ölçüde değişti. Bugün artık küreselleşmenin etkisiyle kent ve köy arasındaki ayırımların ortadan kalktığını, değişimlerin toplumun her kesimini etkilediğini görebilmekteyiz.
Tüm bu değişimlerin odağında bulunan aileye baktığımızda önümüzde duran tablonun iç açıcı olduğunu söylemek pek de mümkün değildir. Daha müreffeh, daha gelişmiş toplum hayalinin aileyi gelip bıraktığı yer daha küçük daha içine kapanık daha yalnız bir konumdur. Geçmişin geleneksel ve büyük ailesi parçalanmış, dağılmış; âdeta geniş avlulu evlerden kopartılarak üst üste bindirilmiş apartman dairelerinde yalnızlığa mahkûm edilmiştir. Herkesin kendi dünyasına çekilerek yalnızlığını giderecek dost yüzü aradığı dijital dünya, kişiye yalnızlığını derinleştirmekten başka bir şey vadetmemektedir.
İnsan insana şifadır. İnsanın şifası yüz yüze ve kalp kalbe ünsiyetle gerçekleştirebileceği bir şifadır. Zira ünsiyet vahşetin zıddıdır. İnsan, kendisini insanlığından uzaklaştıran tüm vahşi yanlarını ancak bir insan eliyle ehlileştirebilir. Hani o dedelerin, ninelerin ve bazen de diğer yakın akrabaların dâhil olduğu geniş ailelerde herkes ihtiyacı olan sıcacık dost yüzüyle hemhâl olma imkanına sahipti. Mahalle hayatında yakın komşuluk ilişkileri sayesinde kimse yalnız değildi. Akrabalık bağlarının daha sıkı olması sosyalleşme ihtiyacına cevap verecek derecede doyurucuydu. Kimi zaman ebeveynlerin yetişemediği veya ulaşamadığı yerde çocukların hem ünsiyet kurarak sosyalleşme ihtiyaçlarına hem de rol model olarak değer aktarımına ailenin diğer fertleri katkı verirdi.
Aile her geçen gün küçülürken bir taraftan da aile arasındaki o güçlü bağların zayıfladığı görülmektedir. Günün büyük kısmını dışarıda geçiren aile bireyleri akşam olduğunda kendi meşguliyetlerine dalmaktadır. Özellikle sosyal medyada uzun saatler geçirilmesi ailedeki iletişime sekte vuran önemli unsurlardan biridir. Aile fertleri fiziksel olarak aynı çatı altında olsalar bile duygusal ve zihinsel olarak birbirlerinden çok uzak düşebilmektedirler. Göz göze temasın, sözlü iletişimin yanı sıra duygu alışverişinin olmadığı ailelerde bireyselleşme ile beraber yalnızlaşma ve kopuş yaşamak kaçınılmaz olmaktadır.
Ünsiyet Ailede Başlar
Aile ülfet, ünsiyet ve şefkat yuvasıdır. İnsanı her türlü fırtınalardan koruyacak olan güvenli liman ailedir. Cenab-ı Hak ailenin sevgi, şefkat ve ünsiyet bağlarıyla kurulduğunu bize bildirir: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rûm, 30/21) Bu ayet-i kerimede eşlerin birbiri için huzur/sükûn kaynağı olarak tarif edilmesi dikkat çekici bir husustur. Rabb’imizin lütfu ile eşler arasında tesis edilen huzur ve sükûn ortamını devam ettirmek, sağlıklı nesiller yetiştirmek için elzemdir. Bugün yavrularımızı âdeta bir girdap gibi içine çeken bireyselleşmenin getirdiği haz ve hız tuzaklarına karşı elimizdeki en sağlam kale huzurlu aile ortamıdır. Böyle huzur dolu ailelerde eşlerin birbirine karşı samimi, hoşgörülü ve sevgi dolu iletişimleri çocuklara da sirayet edecektir. Zira çatışma, gerginlik ve yıkıcı eleştirilerin olduğu aile ortamında büyüyen çocukların aile ile iletişimleri de zayıf olur. İletişim ve ünsiyetin zayıflaması, zamanla aile ile çocuk arasında mesafeler oluşmasına zemin hazırlar. Hem eşler hem de çocuklar güven içinde hissettikleri aile ortamında bulunmaktan, konuşmaktan ve beraber aktivitelerde bulunmaktan keyif alırlar.
Ailede yalnızlaşmaya, iletişim kopukluklarına sebep olan bir diğer husus da teknoloji kullanımının yaygınlaşmasıdır. Teknolojik gelişmeler bir taraftan kolaylık sağlarken diğer taraftan sorunlara da sebebiyet verebilmektedir. İnternetin yaygınlaşmasıyla beraber aile fertleri arasında bilgisayar, telefon ve tabletlerin kullanımı da arttı. Aile bireyleri arasında bu cihazların yoğun olarak kullanılması iletişim kopukluklarıyla sonuçlanmakta. Diğer taraftan kent yaşamı içinde ihtiyaçların yanı sıra tüketimin de her geçen gün artması ekonomik sorunların yaşanmasına neden olmakta, bu da aile yaşamını olumsuz etkilemektedir.
Ailede yalnızlaşmaya sebep olan diğer bir husus da aile içinde yaşanan şiddet olaylarıdır. Şiddet, aileyi ve aile ilişkilerini etkileyen önemli bir meseledir. Çatışma ve şiddet ortamı aile bağlarını zayıflatmakta; yakınlığı, ünsiyeti ve güveni ortadan kaldırmaktadır. Ailedeki şiddet olayları bazen aile içinde kalabilmektedir. İfade edilip çözülemeyen şiddet olayları şiddete maruz kalan aile fertlerini aileden uzaklaşmaya götürmektedir. Ya da yaşanan şiddet, anlaşmazlık ve çatışmalar aile birliğini bozarak durum boşanmaya kadar gidebilmektedir.
Yapılan araştırma sonuçları ülkemizde aile içi ilişkilerin eskiye oranla zayıfladığını ortaya koymaktadır. Yukarıda ifade ettiğimiz üzere teknolojinin yanı sıra apartman hayatı, ailede her ferdin kendine ait odasının olması, aile fertlerinin ortak aktivitelere katılmamaları bireysel yaşantının öne geçmesine zemin hazırlamaktadır. (Müslüm Engin, Türkiye’de Aile Yapısının Dönüşümü, Uluslararası Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi, c. 2, S. 1, s. 11.) Bunun neticesinde aile, insanın sarıp sarmalandığı huzur ve güvenin adresi olmaktan çıkabilmektedir.
Aile ve Ev: Güven Adası
Ailenin karşı karşıya geldiği bireyselleşme ve yalnızlaşmaya karşı aile ve evin yeniden bir güven adasına dönüştürülmesi elzemdir. Zira insan, en temel ihtiyacı olan güven duygusunu öncelikle aile içinde yaşayarak öğrenir. Aile yuvası insanın her şeyden önce kendini güven ve emniyet içerisinde hissettiği, her haliyle sevilip kabul göreceği bir huzur adasıdır. İnsanın duygusal olarak rahat hissetmesi, duygu ve düşüncelerini rahatça ifade edebilmesi ve çatışmadan, gerginlikten uzak bir aile ortamı içerisinde olması onun hem psikolojik hem de zihinsel sağlığı açısından önemlidir. Ailede bu huzur ortamının tesisi için Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.s.) örnekliğine başvurmak gerekir: “Sizin en hayırlınız ailesine karşı en hayırlı olandır. Ben de aileme karşı hayırlı olanım.” (İbn Mace, Nikâh, 50) Sevgiyi, merhameti ve ülfeti göstereceğimiz insanlar öncelikle aile fertleri olmalıdır. Merhamet ve güven bağlarıyla birbirine kenetlenen aile fertleri, güçlü ve sağlıklı toplumların da temelini teşkil eder.
Aile dinamiklerine ve ilişkilerine sekte vuran teknoloji kullanımını sınırlandırmak önem taşıyan bir diğer husustur. Aile içinde paylaşımı, samimiyeti, birlikte aktiviteler yapmayı artırarak bu sınırlandırmayı gerçekleştirmek mümkündür. Özellikle iletişim becerileri konusunda ebeveynlerin gayret göstermesi ailede daha yakın ve etkili iletişimi sağlar. Kendilerini rahat bir şekilde ifade edebilen aile bireylerinin ailesiyle olan aidiyet bağları kuvvetlenir.
Ailede yalnızlaşmaya götüren önemli etkenlerden olan bireyselleşmenin olumsuz etkilerini bertaraf etmek için aile fertleri arasında hak-sorumluluk dengesinin sağlıklı kurulması gerekir. “Ailenin senin üzerinde hakkı var!” (Ebu Davud, Tatavvu’, 27) buyuran Efendimiz (s.a.s.) aile içindeki sorumlulukların yerine getirilmesi hususuna dikkat çekmektedir. Değişen hayat şartları ailedeki sorumlulukların da paylaşılmasını zaruri kılmaktadır. Ev işleri, çocuk bakımı, aile ile ilgili kararların alınması, hasta ve engelli fertlerin bakımı, ortak faaliyetler, ailenin karşılaştığı sorunlar gibi hususların tüm aile fertlerinin katılımıyla konuşulması ve paylaşılması aileyi güçlendirecektir.
Gelecekte aile için tehdit oluşturacak en önemli meselelerin başında dijitalleşme gelmektedir. Dijitalleşme ve bireyselleşmenin ailenin güvenliğini tehdit eden unsurlar olmaktan çıkması ise insanın tekrar fıtrat ayarlarına dönmesi ile mümkün olacaktır. Yani insan insana muhtaçtır. Ve insan ancak kendine, kalbine ve evine dönebilirse aileyi güven ve huzur adası hâline getirebilir.
Kaynak: Diyanet Aile Dergisi