
Ayşe Pehlivan- Karaman
Cenab-ı Mevlâ insanoğlunu en güzel ahlak üzere yaratmış; insanın, kendisine verilen bu güzellikleri keşfedip, mecralarına inmesini ve bu yolda tekâmül etmesini murat etmiştir. Kimi insan, bu tertemiz fıtratının gereğini yerine getirip, iyilik ve güzellikte zirveye ulaşmış ve hayatını anlamlı kılmış; kimisi ise benlik engeline takılıp, ilk yaratılışındaki saflığı kaybetmiş ve şeytanî hislerinin kurbanı olarak özünden uzaklaşmıştır. Menfaat hastalığının yaygın olduğu zamanımızda, fıtrat çizgisinin dışına çıkmadan kendisini muhafaza edebilen, başkasının nefsini kendi nefsine tercih edip, hayır ve iyiliklerle rıza peşinde koşan insan, o kadar da az ki!…
Onu tanıdığımda İmam Hatip Lisesi’nin orta kısmına henüz başlamıştı, ben ise son sınıfta okumaktaydım. Okulun küçüklerle ilgilenen ablaları olduğumuzdan, teneffüs ziliyle birlikte sınıfımızın önü, gözleri ışıl ışıl olan küçüklerle doluveriyordu. Hocanın sınıftan çıkmasıyla birlikte kendimizi bir anda kalabalık öğrenci gruplarının içinde buluyor, onlarla hem sohbet ediyor, hem sıkıntılarını paylaşıyor ve hem de her türlü ihtiyaçlarıyla ilgilenmeye çalışıp ortama alışabilmeleri için gayret gösteriyorduk.
Bir gün yine dersten çıkmış ve kapının önünde beni bekleyen birkaç küçük öğrencinin yanına varıp selam verdim. Kenarda utangaç tavırlarla, bir o kadar da çekingen bakışlarla bana bakan; iki kat aşağıdaki sınıfımın önüne kadar gelip de, yanıma bile sokulamayan küçük bir kız dikkatimi çekmişti. Yanına gidip ellerini tuttum ve ismini sordum. Utanarak: “Hülya” dedi. “Senin de ablan olmamı ister misin?” dedim, hayran hayran yüzüme bakıp başını eğdi ve “olur” anlamında başını öne doğru salladı.
Artık her gün teneffüs zilinin çalmasıyla birlikte, dışarı çıktığımda gözlerim Hülya’yı arıyordu ve onu her seferinde kenarda duvar dibinde buluyordum. O çok farklıydı; beni üzmemek için kenarda durmayı ve meramını mektup yazarak bildirmeyi tercih ediyordu. Sessizdi, edepli ve terbiyeliydi. Günler, aylar geçti, Hülya sıkıla sıkıla benimle konuşur oldu, ellerimi tuttu, hiç bırakmadı, çoğu zaman başka arkadaşlarının hakkını yememek için gerilerde durmayı tercih etti, ama bir gün bile kapımın önünü terk etmedi. Mezun olup başka şehirlere gittimse de, Hülya vefasını devam ettirip, yıllarca beni aradı durdu, irtibatı hiç kesmedi.
Yıllar sonra Karaman’a döndüğümde en çok sevinenlerden biri O olmuştu sanırım. Evine ziyarete gittim, iki çocuğu olmuştu, ama hâlâ utangaç, çekingen ve sessiz bir Hülya vardı karşımda. Sıkıntısı olduğu belliydi, her zamanki gibi halinden hiç şikâyet etmedi ama ısrarlarım üzerine; sabahlara kadar içki içen, sarhoş olarak eve gelince hem kendine, hem çocuklarına şiddet uygulayan, doğru dürüst bir işte çalışmayan bir kocası olduğundan; kocasının ailesiyle görüştürmediğinden, hatta hiç dışarı çıkamadığından bahsetti utana sıkıla. Bunları anlattığı için büyük bir suç işlemiş gibi kıpkırmızı olmuştu. Alışık değildi ki halinden bahsetmeye. Yüzüne baktım; ne kadar sabırlı, ne kadar özel olduğunu düşündüm. Karşımdaki sanki yıllar önce duvar dibindeki küçük bir kızdı, tertemiz fıtrattaydı, dürüsttü, onurluydu. Okuyup bir meslek sahibi olma, insanlara hizmet etme hayalleriyle yetişmiş, ama kaderin karşısında boynunu eğip sabrı tercih etmişti.
Kocasının ısrarla kendisini fabrikada çalışıp para kazanması için zorladığını, ama çocukları küçük olduğu için bırakıp çalışamadığından bahsetti. Ona çalıştığım Kur’an Kursu’na gelip hem bize yardım etmesini, hem de öğrenci olmasını teklif ettim. Yanıma gelme fikrine sevinmekle beraber, kocasından izin alıp alamayacağı hususunda tereddüt gösterdi. Allah’ın takdiri işte, kocasına durumu anlatınca bir şey diyememiş ve kısa süre sonra da İstanbul’a iş bulup çalışmak için gideceğini söylemiş.
Nihayet Hülya kursumuza geldi, öğrenci olacaktı ama ihtiyaca binaen kursta gönüllü hizmet etmeyi tercih etti. Kurs hocalarımızdan biri ve öğrencilerimizden bazıları onun İmam Hatipteki sınıf arkadaşı olmasına rağmen, onlara hizmet etti ve hiç utanmadı.
Hülya sabahtan akşama kadar kursun temizlik, getir götür işlerini yapıyor, mutfakta hizmet ediyor ve çok mutlu olduğunu, dertlerinin hafiflediğini dile getiriyordu sürekli.
Çok istemesine rağmen Kur’an Kursu hocalığı için açtığımız yeterlilik kursu derslerine bir türlü giremedi. Çoğu zaman onu sınıfın kapısının önüne gelip, dersleri gizlice dışarıdan dinlerken buluyordum. Kendisine ücretini veremediğimiz halde, başka kazançlı iş imkânları buldu da bizi yine bırakmadı ve hiç karşılıksız hizmetçi olmanın huzurunu ve bereketini hiçbir yerde bulamayacağını söyledi durdu. Ara sıra sıkıntılarından soruyordum; hüzünlü gözleri hemencecik dolup taşıveriyor, eşinin baskılarına rağmen bir şekilde kursa gelmek için onu razı ettiğini, sıkıntıların artık onu etkilemediğini söylüyordu. “Ablam, diyordu, burası benim için büyük bir nimet! Rabbim beni bu kazançlı ortamdan ayırmasın!..” Allahım, nasıl da yüksek bir ruha sahipti!
Yakın zamanda eşi eski bir dava için hapse girmek zorunda kaldı. Sağlam karakterli kardeşim dimdik ayakta ve bizimle. Sanki hiç etkilenmemiş gibi göründüğü için sordum:
-Hülyam, bu nasıl bir duygu?
-Ablam, dedi, Allah beni yolunda bu şekilde görevlendirmeseydi çok farklı olurdum herhalde. Çünkü çocuklarım başlangıçta fazlaca etkilendi ama burada yaptığım hizmetin huzuru evime de yansıyor. Çocuklarım kursu bırakmamam için yalvarıyorlar.
Hülya’nın beni en çok etkileyen yanı, yardımda bulunmak isteyenlere karşı tok gönüllü olup, kendisine erzak ayarladığımız halde, ihtiyacı olan başka birine vermemizi söylemesi, hatta hazırlayıp kendi elleriyle fakirlere vermesi…
Fedakâr kardeşim üç senedir yanımızda. Verebildiğimiz üç beş kuruşla çocuklarını okutup evin geçimini sağlıyor ve hapisteki kocasının harçlığını götürüyor. Hatta kursun bir ihtiyacı olduğunda cebinden çıkarıp harcamak ona büyük keyif veriyor.
Bu arada çok istediği KPSS’ye ve DHBT’ye girip hiç de fena olmayan puanlar aldı.
Canım kardeşime ne zaman “sana bol para kazanabileceğin bir iş bulalım” desem gözleri doluyor ve gerçek huzurun, hayatın anlamının karşılıksız hizmette olduğunu söylüyor. İnsanlara saygısı, güler yüzlülüğü, ağırbaşlılığı, vakarlı duruşu ve utanıp sıkılmadan hizmet etmesiyle gönüllerde taht kurdu Hülyam. O ayaklarının üzerinde durmayı, onuruyla yaşamayı tercih etti her zaman.
“Bazı kimseler, başkalarının ihtiyaçlarını karşılamak, onlara yardımcı olmak için yaratılmıştır. İhtiyaç sahipleri bunlara başvurur. Bunlar için ahirette azap korkusu olmaz.” [Taberani]